17 Kasım 2011 Perşembe

EGO 110 – Gitmek Üzerine

“Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadi hiç.
Ama olsun; istemek de güzel.”


-Pakize Suda

Dünyanın en zor işidir gitmek. İnsanoğlunun istisnasız her gün, o sefil ve monoton hayatına uyanırken defalarca düşündüğü, gün boyu kendisiyle savaşmasına vesile olan, akşam başını yine korkakça aynı yastığa koyduğu anda mağlubiyetin o ekşimsi tadını hissetiren olaydır, defalarca ve defalarca kere. ‘Bıktım yeaa, gidicem ben’ diyen zilyon tane insan tanıdım; ama kendim dahil, gidebilecek cesareti olanı şimdiye kadar göremedim.

İnsanoglu herşeye alışır; alışmadığı herşeyden de korkar” demiş Montaigne; sahi, alışkanlıklarımız mı bizi gitmekten alıkoyan? Her gün şikayet ettiğimiz, yakındığımız, onlarca laf söylediğimiz, ‘bir daha asla’ dediğimiz şeylerin kaçına geri döndüğümüzü saydık mı, kürkçü dükkanı misali? Ne kadar korkak olduğumuzu hiç düşündük mü? Korkaklığımızdan; gitmemiz gereken onca şeyin arasında kafeslenip, kendi hapishanelerimizi yarattığımızın farkında değil miyiz?

Sadece bir yerden gitmez insan; gidilmesi gereken kişiler, olaylar, acılar, sevinçler ve beklentiler vardır. Bizi biz yapmaktan alıkoyan, kendiyle birlikte aşağı çeken, canımızı acıtan, çizgimizden çıkmamıza vesile olan insanlardan gitmek isteriz. Belki de yıllar boyu bizi etkisinde bırakmaya kendini adamış, belki incir çekirdeğini doldurmayan, belki de anlatılırsa hiçbirşeyin eskisi gibi kalamayacağı olaylardan da. Acılarımız, sevinçlerimiz ve beklentilerimiz vardır, mutlaka gidilmesi gereken. Bazen bize verdiği o mutlu hisler bir ömür boyu kalsın isteriz, bazense acıya o kadar bağımlı oluruz ki; mantığımız ne söylerse söylesin değil onunla yüzleşmek, kendimizle başbaşa kaldığımızda içimizde oluşan o boşluğun tüm benliğimizi ele geçirmesinden korkarız; gitmek isteriz, çırpınırız, ama gidemeyiz.

Dünyanın en fazla cesaret gerektiren olayıdır gitmek. Bazı korkak cengaverlerimiz de vardır ki kaçmak ile gitmeyi birbirlerine karıştırırlar; kendilerini avuturlar. Gittiklerini sandıkları herşeyin ardından akıllarında bir ‘acaba’, kalplerinde de bir geri dönme umuduyla kaçarlar; ki gittikleri şey kendini kovalasın, geri getirsin, suçu kendi üstünden alsın, vicdanı rahatlasın diye. Kaçmak için hep son dakikaya kadar beklerler; suçlarını bildikleri için, sırf vicdanlarını kandırma adına bir kılıf ararlar,çoğu zaman da bulup kaçarlar, vicdanını kandırdığını sanarak. İnsan herkesten çok kendini kandırmaz mı zaten?

Dünyanın yuvarlaklığından olsa ki; herdaim kaçan sevilir de, gidenden nefret eder kalanlar, istisnasız. Ondandır ki korkaklar bu dünyada hepbirlikte, mutlu yaşarlar; cesareti olanlar ise yalnızlığa mahkumdur. Cesaretinden dolayı asıl sevilmesi gereken giden asla sevilmez çünkü, herkes derinden bilir bunu. “Kimse sevilmemeyi göze alamaz. O yüzden kimse kimseyi terk etmek istemez, karşıdaki anlasın da gitsin isteriz hepimiz. Ya gitmezse? O zaman büyük ve tehlikeli ve günahlı kararlar bize kalmasın isteriz.” demiş Ece Temelkuran. Paragrafını ben tamamlayayım. O zaman büyük ve tehlikeli ve günahlı kararlar bize kalmasın isteriz, ve kaçarız. Belki gitmememiz gereken bir şeyden, yerden, yardan bile; abuk sabuk bir bahane arar, bulur, sırf korkaklığımızdan dolayı kaçarız. ‘Acaba bir gün geri döner miyim’ umudu ve kürkçü dükkanı biletini cebimize koymuş olarak. Çünkü gitmek; büyük ve tehlikeli ve günahlı bir karardır.

Dünyanın en az kişi tarafından becerilebilinmiş işidir gitmek. Her isteyen gidemez öyle şıp diye; sonuçları, acıları, etkileri vardır bu işin. Her gidiş yaptığın nokta bir yol ayrımıdır hayatın için; birinden gitmeyi seçersin, ama paralel bir yolda onunla birlikte devam edebilecek bir hayatın olduğunu aklına getirirsin o an. Bir eşyadan gidersin, belki ileride işine yarayabileceği bir engel çıkma ihtimalini düşünürsün. Paralel yoldaki benliğinin başarılı olacağını düşünür, hata yaptığını sanırsın. İşte gidenler ve kaçanlar bu noktada ayrılmaktalar. İleride bir gün ‘keşke’ diyen adam kaçmıştır aslında. Çünkü ‘keşke’, cesur bir insanın kullanmayacağı, dünyanın en ırzına geçilesi kelimesidir. Bir kez ağına düşürdüğünde seni, aklını kemirir durur; kaf dağının ardındaki rüzgarlarla bilek güreşi yapmaktan alıkoyar, geçmişe hapseder.

Eğer sen; içinde bulunduğun durumdan yakınıyorsan eline geçen her fırsatta, ‘bitti artık’ diyebiliyorsan, ardına hiç bakmamaya hazırsan, hatta bir süre de idare edebiliyorsan o’nsuz, gitmeye hazırsın. Ama herkese gittiğini ilan edip de sonrasında hala önüne gelen herkesle o’nu kıyaslıyorsan, abuk sabuk zamanlarda aklına gelebiliyorsa o, kafanda hala bitiremiyorsan ve sonunda tıpış tıpış geri dönüyorsan eğer; kusura bakma ama sendeki sevgi değil, gurursuzluk ve korkaklık. Senin yaptığın iş de gitmek değil, kaçmak be güzelim. Sonra burnun sürtündüğünde bir daha; sağda solda yakınma, lütfen.

Gelgelelim sana Refik. Sen sen ol, altından kalkamayacağın kararlar, üstesinden gelemeyeceğin sözler verme, büyük laflar etme. Birazcık gururlu ol, gitmek gerektiği zaman iyi düşün, ama kesin karar ver, kaçanlardan olma. Evet, belki korkaklar mutlu gibi görünebilir şu hayatta, ama biz gidenlerin değerini anlamayacaklarla mutlu olmaya çalışmak da, bize yakışmaz. Çünkü Mevlana’nın da dediği gibi "Yalnızlık adam olmayanların vereceği saygıdan, sevgiden yeğdir". Ayrıca bu dizeler da sana gelsin:

“Gitmek cesaret ister ufaklık.
Gidecegin yer neresi olursa olsun,
Sevdiklerinle arana mesefe girince,
Varış yerinin hiç bir anlamı kalmaz.
Vedalaşmakta zor iştir biliyo musun?
Oturursun geminin kıçına.
Bakarsın sevdiklerine gittikçe ufalırlar, ufalırlar, kaybolurlar.
O zaman anlarsın işte:
Vedaşalmak asıl kalana değil, gidene koyar.
100 defa söyledim sana hüzünlü değilim, mizacım böyle.
Bak şarabımla beraberim.
Çocukluğumdan beri hayaller kuruyorum.
Şarabımdan ayrılmadan hemde.
Ben şarabımdan ayrılmıyorum.
O da bana bunca gidene rağmen hala hayal kurdurtmaya devam ediyor.
Ne olmuş yani büyük adam olamadıksa?
Hayallerimizi satmadık ya?”



P.s: Gecenin şarkısı da bu olsun, sahi bu ibrahim abi nerelerde ya?: http://fizy.com/#s/1aj8hm