Gariptir insanoğlu:
Doğar, ağlar, yer-içer, uyur, sıçar, büyür, arkadaşlar
edinir, sever, şanslıysa sevilir de, hata yapar, aldatır, aldatılır, haksızlığa
uğrar, haksızlığa uğratır. İnsana ne öğretildiyse onu yapar istisnasız.
Bazen bir ihtiyarın bedenine hapsedilmiş bir çocuktur,
bazense yaşlı bir çocuk.
Bazen çok şey yapmak isteyip de kısıtlanır, hiçbir şey
yapamaz; bazense her istediğini yapar ama hala ne istediğini kendi de bilemez.
Bazen mevlasını bulmuşçasına görünür dışarıdan, parmakla
gösterilir diğerleri tarafından, ‘keşke
ben de o’nun gibi olabilsem’ der insanlar; ama içinde o, bırakın daha
mevlasını, kendisinin kim olduğunu bulamamış bir zavallıdır, arar durur avare.
Bazen sessiz fedakârlıklar yapar insan; karşısındakinin
haberi olmadan, öyle şeyler feda eder ki kendinden, ancak umursanılmaz,
önemsenilmez, fark edilmez. Bazense yaptığı tek iyi şeyi ısıtıp ısıtıp
diğerlerinin gözüne sokacak kadar alçaltır kendini.
Doğruları vardır insanın, bazen
yanlış olduğunu, kendini kandırdığını bile bile kabul ettiği, bazense o’na bir
şekilde kabul ettirilmiş, daha sorgulamaya bile cesaret edemediği,
ettirilemediği ama doğruluğundan zerre şüphesi olmadığı doğruları.
Bazen bağıra bağıra söyler bu
doğruları insan, bazense kendine bile itiraf edemez.
Yanlışları da vardır insanın;
bazen bile bile, sırf o doğruluk sınırını aşmanın verdiği üstünlük duygusuyla
yaptığı, yasak elmanın tadını almış peygamberi edasıyla yaptığı yanlışları.
Bazense farkında olmadan, sırf monotonluktan, masumca yaptığı ama 1000
doğrusuna mal olan yanlışları.
Hayatta yanlış ne kadar şey varsa
hepsinin tadı da güzel değil midir zaten?
Güler insan; bazen, şu dayanılmaz
hayatı dayanılabilinir hale getirmek için işi gırgıra vurur, alaya alır. Bazense Nemrut’daki putlardan bile daha ciddidir, ne yapsan etki etmez o mahkeme duvarı
suratına.
Bazen eskisi kadar gülemediğini fark
eder insan, çünkü komik şeyler eskisi kadar komik gelmiyordur artık. Bazense
kendini ota boka güler vaziyette bulur, hâkim olamaz kendi aptallığına. Belki
giderek büyümüştür kendisi, belki de kendisi aynı kalmıştır da, küçülmüştür
dünyası.
Zaten büyümek, insana yapılan en
büyük kevaşelik değil midir?
Bazen ağlar insan, o kadar çok
gözyaşı döker ki; anlamı kalmaz artık o tuzlu su damlalarının. Alışır ağlamaya
zamanla, durduramaz kendini en ufak bir olayda artık. Ağlama duygusunun kadınla
özdeşleşmesinin sebebi sadece kadınların başına kötü, ağlanılası şeylerin
gelmesi değil; kadınların ağlamaya alışmış olmasıdır.
Bazense içinden ağlar insan, yüzü
gülüyordur, dili konuşuyordur, ama gözyaşını içine akıtıyordur, belli
etmiyordur. Ağlamak bir lüks olmuştur, ya da bir anlamı kalmamıştır onun da
artık.
Ağlamanın en kıymetlisi bu değil
midir zaten?
Bazen olduğu gibi görünemez
insan, ya da göründüğü gibi olamaz. Ya kim olduğunu bilmiyordur, ya da nasıl
görüneceğini bulamamıştır kendi içinde. Hayat fırtınasından sağ kurtulmuş ama
kendi fırtınasında alabora olmuştur.
İnsan düşünür; bazen yağmurlu bir
günün ardından esen rüzgâr vururken sahilde yüzüne, bazense yalnızlıktan
kıvranırken, neresine yatacağını şaşırmışken o aptal yatağın. Bazense düşünür: ‘Acaba o da düşünüyor mu?’ diye.
Bazen sever insan; bazen o kalp
denen ufacık yere o kadar çok insan sokup çıkarır ki, değerini o kadar düşürür
ki, kalbi kevaşe olur, bir yerden sonra fark etmez kim olduğu; kısa vadede o
boşluğu doldurmanın planlarını yaparken buluverir kendini. Bazense o kadar
değerlidir ki o boşluk, kimseyi layık göremez doldurmasına, doğru insanı
bekler, şanslıysa bulur ve o boşluk doldurulur.
Bazen çabucak ilerler insan,
arkasında neler bıraktığını umursamayarak. Arkasındaki viranelerin boyu dağı
aşmıştır ama umursamaz, umursamak istemez. Bazense geçmişinden ayrılamaz insan;
kimler gelir, kimler geçer de o’nu bir arpa boyu oynatamaz yerinden,
takılmıştır birine ya da bir şeye. Geçmişiyle birlikte geleceğini de heba eder,
ağlanır durur olduğu yerde.
Bazen dobradır insan,
karşısındakine zarar verdiğini fark etse bile huyundan vazgeçmez, aklına gelen
şeyi o anda patlatıverir karşısındakinin suratına. Bazense ikiyüzlüdür, yüzüne
güler karşısındakinin ama içinde düşmandır. Yüzde dost, kalpte haindir.
Alışır bazen insanoğlu;
alışmadığı şeyden de korkar. Bazen gidene el sallamaya alıştırır kendini,
bazense kalana git demeye. Ama ne zaman içini titreten biri çıktığı anda
karşısına korkar delicesine. O duyguya kapılmaktan, aptallaşmaktan o kadar
korkar ki alışmamak için her şeyi yapar, gerekirse kaçar, gider.
Bazen gider insanoğlu; kalbi her
ne kadar da ‘dur’ dese de dinlemez,
gurunu alır ve bir daha dönmemek üzere gider. Bazense gittiğini sanır, kendini kandırır; en ufak tümsekte kuyruğunu
kıstırır, geri döner. Bazen de kalır insanoğlu; seninle
bir olur, anlamına anlam, yaşamına heyecan katar. Bazense kalan sadece
acısıdır.
Kısacası anlaşılmazdır insanoğlu,
tezatlarla doludur, tarifi imkânsızdır. Kendini anlatmayı dener kendisine,
bazen de başkasına ama beceremez. Yaşamanın anlamı da budur zaten, anlatılarak
tanıyamazsın insanoğlunu, yaşamak gerekir. Şu dünyanın ‘anlatılmaz, yaşanır’ denilebilecek tek şeyidir insanoğlu. Hem her
şeyden kıymetlidir, hem de bir o kadar değersiz.