28 Ocak 2011 Cuma

Tenefüs - Dünyada Ölüm’den Başkası Yalan, Harbiden!

yüksek egolu onlarca bireyden biri olarak söylemem lazım ki şu dünyada hepimiz kendimizi bi bok saymaktayız..dünyayı görüş açımıza oturtmuş, herşeyi değiştirme cesaretiyle dolu numarası yaparak, ama en ufak değişimden deliler gibi korkarak, kendimizi dünyanın merkezi belirleyip; hayatın yönlendirdiği yere amaçsızca savrulup, kendimizi yaşıyoruz diye avutmaktayız..tamı tamına 24 saat önce ölümle burun buruna geldiğim anda anladığım bir noktadır bu: aslında biz birer “hiç’iz”. o arabaya 110km hızla arkadan çarparken direksiyon 3-4 cm daha sağa kaysaydı, belki polisler bana ‘geçmiş olsun’ demek yerine üzerime bir önceki günün gazetesini örtecek, gelen ambülans tarafından morga kaldırılacaktım..ama o anda belki de aklım hiç olmadığı kadar dürüst oldu bana ve konuştu benimle, belki ilk, belki son defa.

lisede üzerimde çok emeği olan bir hocam dünyayı bir tren sistemine benzetmişti; bir başlangıç ve bir bitiş noktası olan, sürekli olarak durakladığında birilerin inip birilerinin bindiği, bizim müdahale edemeyeceğimiz mükemmellikte işleyen bir sisteme..işte dün gece zaman geldi, vagon durdu, tam o durağın benim için son durak olduğunu düşünürken kapılar bir anda kapandı ve yola devam ettik..(buradan makinistimize de özel teşekkürlerimi sunarım, saygılar.)

hani herkes o beyin felci geçirilen, herşeyin darmadağınık olduğu, ecelin o soğuk nefesini ensesinde hissettiğin sahnede hayatının gözünün önüne geldiğini söyler ya, külliyen yalan..aklına gelen tek şey senden sonrası oluyo..şu dünyada kaç kuruşluk değerin var, şu memlekete ne faydan dokundu? acaba annenden başka ardından ağlayanlar 1-2 ay sonra günlük yaşantılarının en ufak kısmında seni hatırlayacaklar mı? kalbini kırdıkların seni affedecek mi? onca yıllık yaşamında şu dünyadaki bıraktığın iz ne kadar? gibi zilyon soruyla beraber koskoca bir ‘keşke’ yığını ve yaşamının sona ermesiyle kaçırdığın, belki ileride yaşayabileceğin fırsatlar..benim aklım bunlarla meşguldü, arabayı kullanan arkadaşım son bir hamleyle direksiyonu çevirip bizi kurtarmaya çalıştığı, diğer arkadaşımın da bağırdığı o son 1kaç saniyede..zaman kısa, düşünülecek şeyler çoktu; tıpkı ömrün kısa, yapılacakların da zilyon tane olduğu gerçeği gibi.

neyse ekşın bitti, akordeon olmuş arabadan zar zor çıktık ve o anda aldığım nefesin tatlılığını hissettim..ve ondan sonra o kadar düşündüm aslında, ‘neyim ya ben’ diye..ne oldum da böyle amaçsızlığı kendime meslek edinip insanlara tepeden baktım, hor gördüm, yargıladım, kıskandım, kızdırdım, incittim, üzdüm..az da olsa insanları güldürdüm, mutlu ettim, karşılıksız sevdim, aşık oldum, yardım ettim, bana güvenenlere layık olmaya çalıştım..o kadar düşündüm ama hiç bir cevap bulamadım..ve sonra bir kanıya vardım: aslında biz birer “hiç’iz”..hemde öyle büyük birer hiç’iz ki, bir hiç olduğumuzdan haberdar olmayan, hiç yok olmayacakmış gibi bu dünya için çabalayan, aslında tıkır tıkır çalışan bir sistemin birer etkisiz elemanıyız..yani ben öldüm diye kıyamet kopucaksa bu beni bişeyler yapar da, dünyadaki belki bikaç yüz insandan başkası benim yaşayıp yok olduğumu anlamadan devam edicekse de kusura bakmayın ama bi bok değilim yani..ben de değilim, sen de değilsin değerli arkadaşım..malesef.

uzun lafın kısası gece 5 civarı çorba içmek için çıktığımız yolculuğumuz bana çok şey öğretti..belki de şu dünyadaki insanların %99unun yaşayamacağı o direkten dönme hissi gerçekten güzel bişi..arabayla çıktık evden, ekşın bitip tekrar eve doğru yol alırken arabanın bükülen ön plakası vardı elimizde..çorbamızı içtik, küfürümüzü ettik, evimize geldik, analizi yaptık..’ulan şu dünyada dikili bir eserimiz, faydalı bişeyimiz var mıydı’ sorusunu defalarca birbirimize sorduk, dikili tek bir patatesimiz dahi olmadığını farkedince gülüştük, birbirimize acıyan yerlerimizi gösterdikten sonra kırık plaka baş ucumuzda uyuduk..belki de yıllar sonra uyuduğum en huzurlu uykuydu; sakin, rahat, tatlı ve hafif..

tabi ki seni de unutmadım Refik, benim onlarca sözde anlatmak istediğimi Mevlana’m şu cümlelerle özetlemiş; oku, düşün, anla, anlat:
"Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen 'hiç' ol. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir."

p.s: üzerimde hakkı olan, kalbini kırdığım, üzdüğüm herkesten tüm içtenliğimle özür dilerim..ama bu olaydan sonra ‘dünya fani kanka ehuhee’ ayağına benden faydalanmaya çalışmayın, yakarım..o kadar da ölmedik lan !.

8 Ocak 2011 Cumartesi

EGO 101 - Tanışma ve Türk Kızının Ego Sorunsalına Giriş

eveet, yaklaşık 10 aylık bir süreden sonra ara verdiğim blogculuk günlerime tekrar dönme kararı aldım..sebebi bazı arkadaşlarımın başımdan geçen hikayeleri dinlerken ‘olm bi blog alıp bunları yazsana lan’ dediklerinde ‘zaten var ama yazmıyorum’ cevabına karşılık ‘iyi bok yiyosun’ demeleri olabilir..yaklaşık 30 küsüre yakın arkadaşımın tek tek, sıkılmadan ‘lan senin eski manita blog almış, ilk yazısında da sana deli gibi giydirmiş, ‘yarak kafalı’ bile demiş olum, bunun altında kalıcak adam mısın sen, hadi senin çükün 834753 cm, yürü bee’ şeklindeki gaza getirme çabalarının da yeri yok değil..hani arada sana da olmuştur; belki hiç kaale bile almadığın bi insanın arkandan abuk bi laf söylediği kulağına geldiğinde, normal şartlar altında şeyine takmayacakken ne söylediğini ya da senin hakkında bi daha konuşup konuşmayacağı merakıyla oluşan bir takip olur ya, hani ona bile böyle yapıyosan zamanında değer verdiğin insanın da düşünceleri ilgilendirir seni doğal haliyle..işte ben de ilk arkadaşım söylediğinde merak edip açıp okudum ve bitirdiğimde dedim ki ‘vay ulan ben ne anasının gözüymüşüm sayın seyirciler’.. normalde ilk yazımın başlangıcında, yemin ederek söylüyorum ki bu konuyu ele almayı planlamamıştım, ‘türk erkeğinin abazalık katsayısı’ üzerine bişiler tuşlamayı düşünürken olay bi anda buraya geldi, şimdiden vaktini çaldığım herkesten özür dilerim..öncelikle parmaklarına sağlık muhterem şahsın, iyi de yazmış aslında ama üzerine biraz eklemeler de yapmak lazım.

öncelikle şunu söylemek lazım; bu memlekette akıla gelebilecek, bir insanın olabileceği herşey oldum, her tür ortamda bulundum: iyi aile çocuğundan, babasına isyan eden piçe; safkan yobaz cemaatçiden, baba parasıyla partilerde hava atan amaçsız zihniyete kadar herşey ama herşey..kimseye ömrümde hayır dememeye çalıştım; camiye, rakı sofrasına, mitinge, istişareye, yemeğe, sıçmaya, sevişmeye, ibneliğe kısaca her boka evet dedim, ki her boktan biraz bilelim, şu dünyada ‘ah ulan gebermeden önce şunu da yapaydık keşke’ demeyeyim diye..ama hiçbir zaman yavşak olmadım..tabi arada bu kategoriye giren belki gırgır, belki ciddi eylemlerim oldu; ama farkettiklerimin ya da bana farketmemi söylenen hepsinden özür diledim, bi daha da yapmamaya özen gösterdim..ha eğer farkına varmadıklarım da varsa gelin yüzüme söyleyin, gık dersem şerefsizim; o derece.

olabildiğince mükemmel olmaya çalıştım, ama kimseye ‘ben mükemmelim’ de demedim; hayatımda ciddi yer edinmiş herkese egomun cidden büyük olduğunu, zaman zaman çeşitli gerizekalılıklar yapabileceğimi, yapınca da beni uyarması gerektiğini söyledim..ama bi insan diğerine yapıcı eleştiriler yapmayarak içine atıp, bunu da davranışlardan anlamamı beklerse, anlayamayınca da ‘beni hiç tanımamışsın sen, oysaki ben şu davranışı sevmedim, seni gözümde büyütmüşüm, artık sana güvenim kalmadı’ dediğinde : ‘lan biz müneccim taşağı mı yedik’, cevabını da verdim, özür dilerim ama durum bu..günün birinde, özellikle senin için önemli olan birince cins bi durum gördüğünde bunun raconu nedir: konuyu edebince açarsın, ‘bıdı bıdı sen şöle yaptın ama bu bıdıydı’ dersin, adam insansa dersini alır, yoluna devam eder..ama bi daha yaparsa da direk ‘lan mal gerizekalı dangalak ….’ şeklinde değil de biraz daha sabırla davranılmalıdır hani..hani hepimiz insanız, insan hata yapar, nisyanla maluldur falan fişman..bu konuda manita durumları açısından bi kuyruk acım yok tabi, çünkü benimle oturup da açık ve net bir ciddiyette hatamı yapıcı olarak eleştiren bi sevgilim olmadı maalesef..arkadaşlarım oldu, sağolsunlar, varolsunlar.

neyse uzun lafın kısası: yapıcı eleştiri ilişkileri mükemmelliğe yaklaştırır, tabi yaparsan..ama ben bunca yıllık deneyimlerimden şunu anladım: kız milleti hiçbir zaman derdini direk söylemez, hep senin anlamanı bekler..sinirinden kudurur, ama yüzüne gülümser..bir hata yaptığında onu belki yıl sonra karşına çıkarmak üzere buzluğa kaldırır, koz olarak alır..belki incir çekirdeğini doldurmayacak bir durumdur, ama hani illa da hanfendinin istediği zaman ve mekanda olay açılıp kavgası yapılcak ya, bekletilir, bu olayın siniri yüzünden yapılan onlarca güzel şey de görmezlikten gelinir..

gelgelelim dersimizin konusuna: sözüm meclisten dışarı, darılmaca gocunmaca yok; ama dünyanın neresine gidersen git, türk kızı kadar egosu tavan yapmış bir topluluk göremezsin..arkadaş en azından ben egomun yüksekliğini kendime itiraf ediyorum, kabulleniyorum; ne var biraz da sen kabullensen, kendinle barışık yaşasan..egoyu kabullenememe durumu türk kızına zaten beraberinde kendiyle barışık olmama durumunu getiriyor, insanlar mükemmel sandıkları başkaları gibi olmaya çalışıyor, kendini, arkadaşlarını, ailesini değiştirmeye çalışıyor sonuç: çoğunlukla hüsran..piyasa daha ergenliğini tamamlayamadan yemek yemenin kilo aldırdığı düşüncesinden dolayı kendini vitaminsiz bırakıp kansızlığa yakalanan, kendiyle mutlu olamadığı için ergen depresyonundan kurtulamamış, intiharın eşiğinde sayısız nesille dolup taşıyor..ilkokul hatıra defterimde durur, çok nadide bir arkadaşım yazmıştır “en çok aklımda sana bişi söylediğimde bana söylediğin ‘aynaya bak’ sözü kalacak” diye, açar açar okurum..Sen: başkası hakkında atıp tutan zihniyetteki arkadaşım! bi dur ya, bi aynaya bak..kendini bulmak, barışmak, mutlu olmak için illa hayatı soyut kurallara göre yaşamana ne gerek var? başkaları şu konuda ne düşünür diye düşünmeye ne gerek var? ama malesef senin daha kendine saygın yok..(burdan sen filan diyorum da tek bir kişiye değil bu, lafın gelişi hani, sonra bana ‘lan bana, şuna burdan vıdı vıdı yazmışsın şeklinde gelmeyin)..neyse, bizim kızımızın egosu konusuna bir sonraki yazımda daha detaylıca değineceğim; ama işin özeti şu kızım: ego sakat bişey..o egodur ki kızımız günün birinde bir erkekten hoşlanır, belki aşık olur, aşkından kudurur ama gidip o insanla ‘kolay lokma’ olacağını, dolayısıyla egosu zedeleneceği korkusuyla gidip konuşmaz; hatta hayatının aşkı tüm ergen cesaretini toplayıp geldiğinde yine kolay lokma olmamak için reddeder..afedersin kabız manda gibi kıvranır aşkından, ama gururundan çocuğa değil bir evet, bir bakış bile atmaz, yoluna devam eder..sonra gider günlüğüne, yakın arkadaşlarına, anasına, dağa taşa zırıldanır; içindeki o ukdeyi çözmez..kendi kendini düdükler..

eski tanıdıklarımdan birinin kızı vardır, severim kendisini gerçekten..hikayeyi bana objektif bi gözle bakmam için anlatmakta: zamanında bu bi çocuğa ciddi aşık gibi, ama kuduruyor nerdeyse, neyse gelgelelim bunlar beraber bi düğünde karşılaşıolar, eleman biraz alkol alıp cesaretle kızı dansa kaldırmak istiyor ama hanfendi reddediyor..sonra gururu kırılan genç dolayısıyla gidip biraz daha içiyor, kısa bir zaman sonra gelip ondan hoşlandığını söylüyor, kız zevkten 4 köşe, ama yine reddediyor hem de sert biçimde..sonra adam tüm düğünün önünde ‘seni seviyorum’ diye bağırıyor, kızımız arkasını dönüp gidiyor..egosu tadmin oldu ya, ne adam ne kendi mutluluğu çükünde..neyse gel zaman git zaman bizim eleman bi kız bulup hoşlanıor, belki hiç bizim kız kadar olmayacak ama neyse, sonra onunla nişanlanıyor, evlilik için tarih alıyolar..ve bizim kızımız gelip bana ‘hani o beni seviyodu, tüm erkekler aynısınız, hayatımın aşkı başkasına gidiyo, tüm erkekler yalancııı’ diye bana ağır şekilde zırlanıyo..kızdım abi gerçekten, ve daha 15 yaşımdayken kız milletinin şu mantığını anladım ve kızımızın ağzına 2 tane de vurdum..’lan sizi bana sayıyla mı gönderiolar, mal kızım, gerizekalı kızım, adam sana gelmiş madem niye kabul etmedin; kabul etmedin, niye zırlıyosun, sen adamın çükünün damar yolu musun ki adam ömrüboyunca senin peşinden gezsin’ lafını da söyledim..daha ağır da konuştum ya özeti bu..aslında bu örnek klasik türk kızının acınası durumunu gözlerönüne sermekte maalesef..istisnalar var tabi, allahı var çokça delikanlı kızla da tanıştım, ama çoğunluğun durumu açık..durum böyle olunca her kızımız elinde, ergenlik dönemine ait, gözyaşlarıyla suladığı bir günlük, o’nu hatırlatacak bir obje ya da kafasındaki bir anı, bir gülümsemeyle kalakalıyor..gidip oralara buralara zırıldanıyo, sonra da gelip bi erkek arkadaş bulduğunda onu kafasındaki moda uyarlamaya, değiştirmeye çalışıyo, kendini değiştirme çabaları yetmezmiş gibi..canım kızım, bok mu vardı biriyle hoşlanınca gidip: ‘ya sen çok enteresan bi adamsın, şu hareketin baya hoşuma gitti’ diyemedin!! niye diyemedin: ego’n el vermedi..ama sonradan gelip ota boka ego eleştirisi yapmayı da bilirsin tabi ya, bu durumu gözlemlediğim sevdiğim kızları kalaylayarak, sevmediklerimi de acıyarak yoluma devam etmekteyim.

daha devamını yazıcam bu konunun, ama tavsiyem sanadır kızım, canım, bitanem..kız da, erkek de, arkadaşın da, hoşlandığın kişi de, kocan da olsa; düşündüklerini saptırmadan git, direk olarak sahibine söyle..zor yolu seçme, gurur yapma..sonra o piyasada yazılarını paylaştığın pucca ve türevi zavallılar gibi kalakalırsın, senden kötüler senin aşkını götürürken; sen elinde aburcubur, önünde romantik komedi, zırlaya zırlaya izler şekilde bulursun kendini..önce kendinle, sonra diğer insanlarla barış bütünleş..kusurlarını kabul et, dünyanın merkeziyetçiliği zihniyetini bi kenara bırak..lütfen!

olayı okuruna göre yazdım ama seni de unuttum sanma Refik, burdan sana çıkan kıssadan hisse: önce kendini bil, yorumla, kabullen, sonra başkalarını eleştir..ego’nu hafife alma, türk kızına ilişme, sonra günün birinde sen onun hayatına yoldaş olmaya çalışırken o gidip günlüğüne, eski aşkının tişörtüne zırıldanır.

p.s: hala uzun bi aradan sonra camiaya dönüşümün ergenliğini üzerimden atamadığım içün gereksiz uzun kısımları oldu, affoluna..yalan, yanlış, abuk, saçma bi yer görürseniz rica ederim söylemekten çekinmeyin, saygılar.**