“Kim demiş erkekler duygusuz diye,
Yağmurda da ağlarız biz yeri gelince.”
'Toplumsal cinsiyet rolleri' klişesini çoğunuz duymuşsunuzdur. İnsanoğlunun tekerleği icat ettiği zamandan, çelik-titanyum karışımı dingiller yaptığı günümüze kadar; erkeğin vazifesi angarya, kadınların vazifesi de en az bizimki kadar zor olan(!) ev işleri olmuştur. Şimdi bana “kadın-erkek eşittir, bık bık” şeklinde gelmeyin, yarı sosyolog olarak söylüyorum, rolünüz bu. Erkek tavşanı avlar, kadın pişirir, beraberce yerler.
Neyse efendim geçenlerde dedim ki “lan şu evdeki nevresim takımımı bi yıkayayım, pasaklı yaşamayalım artık, azıcık insan olalım, hijyen filan”, hani normal insanlar insan zamanla kirlendiğini bildiği, ağzının yüzünün değdiği şeyin temiz olmasını istiyormuş; annem söyledi, ben de inandım ve uygulamaya karar verdim. Özenle çıkardım kılıfları birer birer, sonra kendiminkileriyle yetinmeyip misafir nevresimlerini de ekleyip komple makinaya attım, bitince de bir güzel dışarıya astım. Ama bir ev kadını edasıyla yapıyorum böyle, erkek başıma nevresim astığımı gören sokağımızın teyzeleri ibretle bakıyorlar, “kolay gelsin evladım” filan diyorlar, başımda bi dantelli yazma eksik, öyle böyle değil yani. Bununla kalmayıp, gözüme kılıfsız pek de hijyenik gelmeyen, kim bilir hangi rüyalarda ağzımın suyuyla defalarca yıkanmış olan fedakar yastığımı da makinaya atıp birgüzel yıkadım, çıkarınca da kuruması için pencerenin önüne güzelce koydum. Tabii güzelim evrenimiz ve Mikail abimiz, rolümün dışına fazlasıyla çıktığımı düşünmüş olucak ki; o gece ben uyur uyumaz bir anda göğü gürüldetip beni uyandırdı ve anında bastırdı yağmuru, ve yılın ilk yağmuru olduğu için nevresimler o simsiyah yağmur suyuyla bir kez daha yıkandılar, eskilerinden daha da kirli oldular, çok şükür. Ben sinirimden dışarıda bırakıcaktım alayını gelecek yaza kadar, ama saygıdeğer ev arkadaşım sağolsun acıyıp toplamış.
Bundan iki hafta kadar sonra, dünyanın parasını verip, giymeye bile kıyamadığım pantolonumla beraber bir gezinti yapmaya karar verdim. Hani ‘sakınan göze çöp batar’ misali, yaklaşık 1 metre boyunda olduğunu düşündüğüm bücür, elindeki dondurma külahıyla (ulan Ekim ayındayız, hangi anne çocuğunda Ekim ayında dondurma alır ya ?!) benim Nejat Alp’in kız arkadaşını sevdiği gibi sevdiğim, gözümden sakındığım pantolonumla bir güzel seviştirdi. Nejat Abi’nin Kadıköy iskelesinde boynuzlandığını gördüğü o sahneden daha çok eridi içim, üzerimdeki zilyon renkte gıda boyasına sahip dondurmayla beraber. Hemen koştum eve tabii ki, çıkarıp attım makineye ve bitene kadar otistik gibi önünde oturup bekledim, lekelerin çıkması için dualar ettim. Bittiğinde gayet temizlenmiş olduğuna kanaat getirip dışarı astım ama bu sefer meteorolojinin saatlik hava tahminlerine dahi baktım, o gün ve gece hiçbirşey görünmüyordu. Onu asarken alt kattaki camın önünde duran, iki haftalık yağmur mağduru emektar yastığımı görüp bir kez daha iç çektim, ancak onun için artık herşey çok geçti.
Derken kafamı yastığa koydum, tam da “acaba yarın fazla güneş olursa rengini bozar mı?” şeklinde düşüncelere dalarken uyuyakalmışım. Kabuslu birkaç saatin ardından yine bir gök gürültüsüyle gözlerimi açtım, ve şırıl şırıl kendini İstanbul’u ve benim pantolonu yıkamaya adamış o güzel yağmurun sesini duydum ve hayatımda yanılmıyorsam 5.kere ağladım.
Kısacası Refik, bu hayatta fazla kasmayacaksın. Hayat biz erkeklerin pasaklı olması için herşeyi ama herşeyi, inanılmaz organize bir şekilde yerine getiriyor, karşılığında bize biçtiği rolu oynamamızı istiyor. Sen sen ol, evin barkın olursa bir tane de kurutma makinesi al. Yoksa bu global warming yüzünden Londra’ya dönen canım şehrimizde, artık gönül rahatlığıyla çamaşır asamayacak, kurutamayacağız.
P.s: Yazının başındaki beyit şahsıma aittir.
P.s2: Biz mükemmel olmaya çalışıyoruz elbette, ancak felek; çarkını bizim odun olmamız için döndürüyor kızlar, kusura bakmayın.
P.s3: Nejat Abi'nin hikayesini bilmeyenler için: http://fizy.com/#s/1aiaxm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder