Bir gecenin köründe
hiçbir sebep yokken aklına gelir kaybettiklerin, ‘ulan
ne kaldı ki zaten geriye’ diye düşünüverirsin; eski defterlerin saklandığı
kalbin o köşesi açılır, cıvıldayan gece kuşları susar, boğazında düğümlenir o
aklına gelenler; ne kadar yutkunursan yutkun, gitmez.
Bazen arkadaşlarınla
yaptığın en eğlenceli sohbetin tam ortasında, bazense beynini uyumaya
zorladığın anda; hayatın onca güzelliklerinin senden almaya çalıştığı bir
intikam gibi, bir an düğümlenir boğazın, yatağın köşesinde kalakalırsın ya da gözün
bir yere takılır, dalar gidersin.
Köşene
çekilmek istersin kalbinin o yok olduğunu sandığın köşesi meydana çıktığında;
işte o an güzel anılara sarılasın gelir, sarılıp da bırakmayasın istersin, ama
olmaz. Arkadaşlarının yüzüne bakarsın, gülümsemen gerekir o an, o kadar acı
verir ki ağzını iki yana aptalca genişletip birkaç dişini göstermek
karşındakilere; ama yine de yaparsın, zorundasındır. İçinde değil fırtına, Nuh’un
tufanı kopuyordur ama belli etmezsin, anlatmazsın, anlatamazsın. Erkek olmak, kendi tufanında boğulmaktır
bazen.
Neresine
yatacağını şaşırırsın o yatağın. Birden o kadar büyür ki o yatak; içinde sen o
kadar küçülür, o kadar aciz hissedersin ki yastığa yorgana sarılırsın korusun
diye seni, ama hiçbiri korumaz, koruyamaz. Hayat o mutlu anıların intikamını
bir anda alır ve gider.
Ağlamak istersin;
ama o zayıflıktır, erkeklik dışıdır, ezikliktir. Erkeğin gözyaşı kıymetlidir,
dökülmemelidir olur olmaz yere; zaten alışsaydık her gidenin ardından eyvallah
demeyip ağlamaya; nice olurdu halimiz.
Gelen her
anı peşinden birini daha getirir, biri daha, biri daha; anılar gelmeye devam
ettikçe gitmesinler diye somutlarını da arar bulur, çıkarırsın sakladığın
yerlerden. Belki dolabının en ücra köşesine kendinden bile gizlediğin bir
elbise, belki sana verilmiş ufak kilitli bir defter, belki bir kolye, belki bir
günlük, belki bir kitap, belki de o kitabın arasındaki 2 saç teli.
Belki sayısı
fazladır eyvallah dediklerinden kalanların, o durumda onları bir kutuya
koyarsın. Her gidenden arda kalanları toplayıp tozlanmaya terk ettiğin o kutu o
kadar değerlidir ki, bir yere taşınırken milyarlık eşyan kırılsa dönüp
bakmazsın, ama o kutu elinden kayar gibi olursa bir anda gözlerin kararır,
sımsıkı sarılırsın. İçinde değil paranın, hiçbir şeyin satın alamayacağı şeyler
vardır o tozlu kutunun.
‘Al ulan’ deyip geri veri vermeye cesaret
edememişsindir hiçbirini sahibine ya da sahiplerine. Belki de koymuşsundur
cebine, gitmişsindir evine kadar; o kadar zor gelmiştir ki o her zaman çaldığın
zili çalmak, o telefonu aramak, başını önüne eğip dönmüşsündür gerisingeriye. Bazen
umut olmuştur o kalan şey, aylar boyu cebinde gezdirmişsindir umudunu; bazense
acı olmuştur o eşya, her gördüğünde içini tırmalamıştır birkaç tırnak yavaş
yavaş.
Elinde
geçmişin, kalbinde eksiklik, boğazında düğüm, karnında burukluk gözlerin dolamaya
başlar yavaş yavaş. Alışmayan insan bir anda ağlayamaz zaten, hele bir erkek.
Kadınlar ağladığında yanında biri olsun ister, ama erkekler yalnız, bir köşede,
sessiz ve derinden ağlar. Gözlerini terk ettiğinde o damlacık, bir şeyler alıp
götürür erkeğin hayatından; o damlacığın iz bıraktığı her yer sanki bıçakla kesilmişçesine
acır ve yere düşer o damla. O anda kıymetini bilemediğin dakikalar aklına
gelir; daha da ağlamak, haykırmak istersin, ama olmaz, yapmazsın, yapamazsın.
Ertesi gün hiçbir
şey olmamış gibi devam edersin yoluna, görünüşünde bir değişiklik yoktur, fakat
yıkıp geçmiştir o tufan her yeri, bir önceki gün neyse öyle görünür, ama
kimsenin bilmediği bir şey vardır: ağladıktan
sonra her erkek başka biri olur. Ve bir erkek, hiçbir zaman aynı şeye iki kere
ağlamaz.
Bu da şarkısı olsun: http://fizy.com/#s/13n76n
Bu da şarkısı olsun: http://fizy.com/#s/13n76n
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilSon cümlesine bayıldım
YanıtlaSil