25 Haziran 2012 Pazartesi

EGO 201 - Erkekler Ağlamaz(mış!)


Bir gecenin köründe hiçbir sebep yokken aklına gelir kaybettiklerin, ‘ulan ne kaldı ki zaten geriye’ diye düşünüverirsin; eski defterlerin saklandığı kalbin o köşesi açılır, cıvıldayan gece kuşları susar, boğazında düğümlenir o aklına gelenler; ne kadar yutkunursan yutkun, gitmez.

Bazen arkadaşlarınla yaptığın en eğlenceli sohbetin tam ortasında, bazense beynini uyumaya zorladığın anda; hayatın onca güzelliklerinin senden almaya çalıştığı bir intikam gibi, bir an düğümlenir boğazın, yatağın köşesinde kalakalırsın ya da gözün bir yere takılır, dalar gidersin.

Köşene çekilmek istersin kalbinin o yok olduğunu sandığın köşesi meydana çıktığında; işte o an güzel anılara sarılasın gelir, sarılıp da bırakmayasın istersin, ama olmaz. Arkadaşlarının yüzüne bakarsın, gülümsemen gerekir o an, o kadar acı verir ki ağzını iki yana aptalca genişletip birkaç dişini göstermek karşındakilere; ama yine de yaparsın, zorundasındır. İçinde değil fırtına, Nuh’un tufanı kopuyordur ama belli etmezsin, anlatmazsın, anlatamazsın. Erkek olmak, kendi tufanında boğulmaktır bazen.

Neresine yatacağını şaşırırsın o yatağın. Birden o kadar büyür ki o yatak; içinde sen o kadar küçülür, o kadar aciz hissedersin ki yastığa yorgana sarılırsın korusun diye seni, ama hiçbiri korumaz, koruyamaz. Hayat o mutlu anıların intikamını bir anda alır ve gider.

Ağlamak istersin; ama o zayıflıktır, erkeklik dışıdır, ezikliktir. Erkeğin gözyaşı kıymetlidir, dökülmemelidir olur olmaz yere; zaten alışsaydık her gidenin ardından eyvallah demeyip ağlamaya; nice olurdu halimiz.

Gelen her anı peşinden birini daha getirir, biri daha, biri daha; anılar gelmeye devam ettikçe gitmesinler diye somutlarını da arar bulur, çıkarırsın sakladığın yerlerden. Belki dolabının en ücra köşesine kendinden bile gizlediğin bir elbise, belki sana verilmiş ufak kilitli bir defter, belki bir kolye, belki bir günlük, belki bir kitap, belki de o kitabın arasındaki 2 saç teli.

Belki sayısı fazladır eyvallah dediklerinden kalanların, o durumda onları bir kutuya koyarsın. Her gidenden arda kalanları toplayıp tozlanmaya terk ettiğin o kutu o kadar değerlidir ki, bir yere taşınırken milyarlık eşyan kırılsa dönüp bakmazsın, ama o kutu elinden kayar gibi olursa bir anda gözlerin kararır, sımsıkı sarılırsın. İçinde değil paranın, hiçbir şeyin satın alamayacağı şeyler vardır o tozlu kutunun.

Al ulan’ deyip geri veri vermeye cesaret edememişsindir hiçbirini sahibine ya da sahiplerine. Belki de koymuşsundur cebine, gitmişsindir evine kadar; o kadar zor gelmiştir ki o her zaman çaldığın zili çalmak, o telefonu aramak, başını önüne eğip dönmüşsündür gerisingeriye. Bazen umut olmuştur o kalan şey, aylar boyu cebinde gezdirmişsindir umudunu; bazense acı olmuştur o eşya, her gördüğünde içini tırmalamıştır birkaç tırnak yavaş yavaş.

Elinde geçmişin, kalbinde eksiklik, boğazında düğüm, karnında burukluk gözlerin dolamaya başlar yavaş yavaş. Alışmayan insan bir anda ağlayamaz zaten, hele bir erkek. Kadınlar ağladığında yanında biri olsun ister, ama erkekler yalnız, bir köşede, sessiz ve derinden ağlar. Gözlerini terk ettiğinde o damlacık, bir şeyler alıp götürür erkeğin hayatından; o damlacığın iz bıraktığı her yer sanki bıçakla kesilmişçesine acır ve yere düşer o damla. O anda kıymetini bilemediğin dakikalar aklına gelir; daha da ağlamak, haykırmak istersin, ama olmaz, yapmazsın, yapamazsın.

Ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi devam edersin yoluna, görünüşünde bir değişiklik yoktur, fakat yıkıp geçmiştir o tufan her yeri, bir önceki gün neyse öyle görünür, ama kimsenin bilmediği bir şey vardır: ağladıktan sonra her erkek başka biri olur. Ve bir erkek, hiçbir zaman aynı şeye iki kere ağlamaz.


Bu da şarkısı olsun: http://fizy.com/#s/13n76n



2 yorum: