27 Ağustos 2012 Pazartesi

EGO 204 – Tüm Arkadaşlarıma Açık Manifesto


“Çün Zerre Vefa Bulmadım İhvan-İ Zemandan
Şol Yüzleri Dost Özleri Düşmandan Usandım” –Ahmet Kuddusi


Öncelikle bu yazıyı ciddi bir sinirle yazmış olduğumu ve hitab edilen kişiler dışında üzerine alınabilecek kıymetli arkadaşlarımın hepsinden özür dilediğimi bildirmek isterim. İş bu yazı üerinde geçen kişiler-kurumlar tamamen benimle ilintili olup, bireylere hitap amacıyla hafifletilmiş bir dille yazılmıştır.

Emrah Mahzuni’nin çok sevdiğim bir şiiri vardır; tamamını paylaşıp burada şiiri ziyan etmek istememekteyim. Şiirinin son mısrasında der ki: “Emrah, taş sana uzaktan gelmez.”

Çoğumuzun başına da onlarca defa gelmiştir bu durum, belki kendinizden çok değer verdiğiniz insanların, arkanızı döndüğünüz anda attığı taşlardan o kadar çok yara olmuştur ki, kafanız-vücudunuz-benliğiniz, yeni yaralara yer kalmayacak vaziyete gelmiştir. En azından benim için durum bu. Bugüne kadar bu konuda hiçbir serzenişim, şikayetim olmadı, ama an itibariyle bardağın taştığı yerdeyiz. Ben bu güne kadar elimden geldiği kadar yaptığımı insanların yüzüne vurmamaya gayret ettim, ancak bu tip insanların benim bu çabama layık olmadıklarını anladım. Şimdi sırayla insanlara gelelim:

1-Lise arkadaşım, erkek, yaş: 23 : Mazimiz oldukça geçmişe dayanan bu zat-ı muhterem zamanında şerefsizin önde gideniydi, insanların arasında laf taşıyıp sonra da kavgalarını büyük bir zevkle seyrederdi. Benimle de ilgili söylediği onlarca lafı sabır diyip yutarak üniversiteye geldik. Üniversitedeki eski kız arkadaşlarımdan biri hakkında da “lan uur bu çirkinle mi çıkıyormuş hehe” gibi puştça bir cümle kullanmış. Benim kulağıma geldi tabi, ben de bir seferlik ses çıkarmadım. Şimdi beni bilenler bilir, bir kızın gözümden önce aklımı etkilemesi lazım ki, kızcağız da bi Alex değildi. Ama seviyordum. Kaldı ki be pezevengin evladı, sana ne benim kimle sevgili olduğumdan? Herneyse aynı lafı 2.defa tekrarladığını öğrendiğim gece babamdan gizli (o zaman ehliyetim yok) arabayı kaçırarak bunların evine gittim ve bunun arabasının yan kısmına yaklaşık 60-70 le çarptım (bizim araba da bi Alex olsaydı 100le de çarpardım, 150 ile de). Gürültüden aşağı inen anne-babasının gözü önünde gırtlağına yapıştım, “sen yediğin boku biliyorsun, özür dilemezsen ailenin önünde sana yapacaklarımı o minik beynin almaz” dedim, özrünü diledi ve olay kapandı. O kazadan da bizim araba yalan oldu, pezevengin de jipi vardı, yarı hasarla çıktı. Benim de halen acısını çektiğim sol ayak bileğim zedelendi, o kadar. Şimdi o çocukla hiç olmadığımız kadar samimiyiz, ve hatta geçtiğimiz haftalarda beni 3-4bin liralık bir durumdan 10 saniyede kurtardı, sağolsun, varolsun. Kıza gelince, ona durumu uzunca bir süre anlatmadım, bileğimi de onunla yaptığım bir tartışma sonucu duvara vurduğum yalanını söyledim. O kıza da birazdan geleceğiz.

2-Arkadaşımın kız arkadaşı, kız, 25 = Kendisi ile kardeşim kadar sevdiğim bir arkadaşımın arasını resmen ben yaptım diyebileceğim mutlu bi ilişkileri vardı, yaklaşık 4 küsür yıldır, bu yakınlarda da bitti gibi. Şimdi yetiştiriliş tarzıyla bu kız oldukça şımarık, dediğim dedikçi ve insanları yönlendirmeye meraklı bir karaktere sahipti, toplu buluştuğumuz her zaman hanımefendinin keyfine göre hareket etmeyi kendimize vazife belledik. Benim arkadaşımı, sırf eski sevgilisi benim oturduğum semtte oturuyor diye evime bile göndermedi, ben de çocuğa olan saygımdan eyvallah dedim. Sonra bir ara kıskançlığın dozu daha da kaçınca ben bir defa uyarayım dedim, ve bana da tripler ve laf söylemeler başladı. Her ne kadar kendimi masumca açıklamaya çalışsam da 3 yıllık arkadaşlığımızı bir kalemde sildi, ergence bir şekilde feysbuk ve bilimum sosyal ortamlarda benimle arkadaşlığını kesti. Biliyorum ki bizim çocuğa da “onunla bir daha görüşmeni istemiyorum” gibilerinden tripler de attı, ama ne ben ne de arkadaşım dinlemedik, arada birkaç defa görüştük. Herneyse bunlar ayrıldı, biz de iki bekar bıçkın delikanlı olarak dertleşmek ve kafa dağıtmak için dışarı çıktık; onun haberini alıp bizim olduğumuz yere ağlayarak geldi, Mustafa Topaloğlu’nun tabiriyle: “muhabbetin ağzına sıçtı”. Yine ben orda kendisine birşey demedim ve başbaşa kafa dağıtıp dertleşmek üzere dışarı çıktığımızı söyledim, hatta ağlarken gözyaşlarını bile ben sildim, elimden geldiğince büyük bir kavga çıkmamasına çalışıp iki tarafı da sakinleştirmeye çalıştım. Mekandan çıkınca o ağlayan masumane kız gitti, yerine bize hesap soran “ne arıyosunuz lan burada” gibilerinden laflar söyleyen bir kız geldi. Ben yine çocuğa olan saygımdan eyvallah dedim, bir kenara çekildim. Neyse bizim delikanlı kızı evine bırakmak için gitti, ben de hiç ses etmedim. Sonrasında da beraberinde getirdiği 1'i dingil iki arkadaşıyla kalakaldık ve 3 erkek birşeyler yapmaya karar verdik. Yolda kızdan gazı alan dingil bıçkın delikanlımızda bana laf sokmaya çalışmalar, “bu rezillik hep senin yüzünden çıktı” şeklinde atıflar, laf söyleyince de tripler. Ben dayanamadım “lan bu ne olm karı gibi trip yapıyorsun, delikanlı gibi benimle bir derdin varsa söyle” diyip yakasına yapıştığım anda kestaneci kılıklı sivil polis abi elimden zorla aldı. Neyse uzun lafın kısası kız kendini benimle bir sidik yarışı içerisinde olduğunu ve kazandığı konusuna inandırdı ve ben eyvallah dedim. Şimdi sıra o’na hazırladığım laflarda:

Lan zeka ve hanımefendilik abidesi güzel kız kardeşim: Ben ki kardeşim dediğim çocuğu eski sevgilisinden ayırıp, seninle arasını yapan, senin hakkında kafasındaki soruları konusunda elimden geldiğince yardım eden, bizim festivalde çocuk eski sevgilisine selam verdi diye götüm götüm uzaklaşırken ikinizi kolunuzdan tutup yapıştıran, senin attığın bütün triplere sırf kardeşim yüzünden eyvallah diyen, kavga ettiğinizde aranızı yapan, kendince benimle arkadaşlığını kestiğinde ağladığında gözyaşlarını elleriyle silen, ve halen sırf çocuğa olan saygımdan dolayı sana bir ‘lan’ biye diyemiyen bir insanım. Sen ki bütün bu bokları yiyebilip hala gururla ortada dolaşıyorsun, eyvallah. Bilmez misin ki eğer senin bizim oğlanı bana karşı gazladığının 50de1'i kadar ben sana gazlasam, bir hayalden arda kalan hatıralar olacaksın, gideceksin. Ve hala ben sesimi çıkarmamaktayım. Ama yok abi, hiç kusura bakma, benden de sana gösterilen son sabır taneciği an itibariyle tükenmiştir, selametle.

3-Üniversite arkadaşım, erkek, 23 = Bizim okuldaki gayet kaliteli, namazında niyazında, halen de kendim kadar sevdiğim bir arkadaşımdır kendisi. Ben bu çocukla tanışmadan önce kendi başına sinemaya giden, kendi başına yemek yiyen, kısacası hayatı kendi başınalıkla dolu bir zat idi. Buna ilk beraber, erkek erkeğe sinemaya gitme fikrini veren, şuanda içinde bulunduğu çevre ile tanıştıran, sevdiği kıza ilk çıkma teklifini ettiren, taktik veren adam benim. Buna karşın ailevi gerekçelerden dolayı okula uğrayamadığım birkaç ayda kendisi ve birkaç arkadaşımız bana karşı birbirlerini doldurmuşlar, öyle ki benim hakkımda söyledikleri kulağıma te Eskişehir’de ulaştı. Ben de okula döndüğümde bu konuyu konuşmak üzere kendisine derdinin ne olduğunu sordum ve aldığım cevap beni oldukça tatmin etti(!).  

Orta çapta bir maddi sıkıntı çektiğimiz dönemde birkaç defa bunlara “siz ödeyin abi, hallederiz” dediğim, toplamda belki 50 lira olmayan taksi parası, sonra benim bunun odasında yediğim gofretler, dolabından alıp içtiğim sodalar; yanı kısaca ben onu kullanıyormuşum, bu da rahatsızlık vericiymiş.
Be kardeşim: Velev ki o oda benim olsaydı, sen misafir olarak gelseydin, bilmez misin ki canının istediği birşeyi “ama uur kızabilir” düşündesiyle yemezsen senin ağzını yüzünü kıracağımı, bilmez misin ki benim arkamdan konuştuğun şeylerin maliyetinin toplasan 100 lira, hadi 500 lira olsun lan, olduğunu ve benim senin yanındaki rahatlığımın, samimiyetimiz üzerine, seni de kendim gibi gördüğüm için olduğunu, bir daha siksen senden ve odandan iğne almayacağımı, bilmez misin?
Bilmez misin ki kimse seninle arkadaşlık dahi kurmaya tenezzül etmezken yanında benim olduğumu?

Neyse söylencek çok söz var ama burada mübarek Mahzuni’den bir dörtlük daha yazayım: “Karlar yağdı şimdi başa, Zehir katmışlar tüm aşa, Çorap ördü garip başa, Koyun diye güttüklerim.”
Ha kendisiyle şimdi olan dostluğumuz devam ediyor, yukarıda Allah şait kendisinden manevi dostluğu dışında hiçbirşey talep etmemekteyim, etmem de. Ama bu yazıdan sonra benimle arkadaşlık takdiri ne olur bilemem. Ama içimde kalmasından iyidir. Sonuçta arkadaşlık dediğin 3 paket bisküvi, 2 şişe soda ve birkaç litre ice tea’den değersiz olmamalı.

4-Üniversite arkadaşım, erkek, 24 = Bu arkadaşım da halen kadim bir dostum olmakla beraber tanıştığımız günden beri benimle sidik yarışı içerisinde olan, antin kuntin işler peşinde koştuğunda bile “lan olm yapma böyle şeyler, zarar edersin” diyerek arkadaşlık vazifemi yaparak uyardığım zamanda bana siktir çeken, ve kendisine yüzlerce iyiliğim dokunmuş, karşılığında manevi dostluğundan başka birşey istemediğim bir zat’tır. Şimdi de kendisi babamın bana ettiği, zamanında gırgırına kendisine söylediğim sözü diline dolamış. “Biz seni İstanbul’a okumaya gönderdik, sen gittin it oldun.” Tamam bu söze beraber gülüp eğlendik, benimle her konuda kendini yarış içinde hissetmen gerçeğini de göz önünden çıkardım, niye benim arkamdan millete “ehuehue uur it oldu ehueheue” şeklinde laflar söylüyorsun?
Sen ki sevgiline bulaşan telefon sapığını bile savuşturmaktan aciz, benden bunu rica ederken ve ben bu durumu inanılmaz hararetli bir şekilde hallederken yanımda kikirdeyen, %100 dayaklık bir adamsın. Sen ki ciğeri 5 para etmez adamları sırf parası senden çok diye gelip bana öven, halen antin kuntin işler peşinde koşan bir adamsın. Sen ki hazırlıkta değil kızlar, erkekler ile dahi nasıl konuşmasını bilemeyen, kızların normal konuşmasından bile tahrik olan bir adamdın ki yalan söylüyorsam ben ortaya annemi koyuyorum. E canım kardeşim, kadim dostum, neden millete hala benim arkamdan konuşma, farkında olmayarak, belki iyi niyetinden olsa da milleti bana karşı fişekleme gayretindesin? Sana da Mahzuni’den bir dörtlük gelsin: “İmdat sesimi duymadı, Eşim bile beni saymadı, Adam sınıfına koymadı, Önüne kemik attıklarım”.

5- Hoşlandığım kız, kız, 22= Yaklaşık 1 yıl kadar önce bir arkadaş ortamında tanıştığım, önceleri gayet mantıklı gelen ve bana her konuşmasında “bak ben 5 yıllık bir ilişkiden çıktım, seninle bir geleceğimiz var, çocuğu tamamen unuttum ama bana birazcık zaman ver” diyerek kendini bana acındırmış, bunca zamanımı çalmış bir abladır. Bana her “eski sevgili olayım kapandı, bir daha ona dönersem ne olayım, hayatımda sadece seninle bu manada görüşüyorum” diyerek ağladığın zaman kenara 5 lira atsaydım, şimdiye bir araba almıştım zannımca. Sonunda bu kız gitti, eski sevgilisine döndü, şaşırdıysam namerdim, ama olan benim zamanıma oldu. Şimdi sözüm sana:

Sen ki eski sevgilin hala rahatsız ettiğinde sırf ondan seni kurtarmak için çocuğu aradığımda bana atar yapmaya çalıştın. Bilirsin ki “ben aşiret çocuğuyum lan ver adresini” diyen çocuğa posta kodum dahil adresimi verdikten sonra, ava gelirken onu avlayacak kadar gözünü karartmış ben, senden zerre bir talepte bulunmadım, o zaman babanın maddi durumunun benden iyi olmasına rağmen senin babanın 1 lirasını yememek için elimden gelen tüm çabayı sarfettim. Babana kafan atıp gece eski sevgilinin yanına gittiğin zaman, babanın beni iki büklüm şekilde beni arayıp “ya sen kızımın galiba erkek arkadaşısın, numaranı kızın telefon faturasından buldum, en çok aranan numara sensin, yalvarırım en azından söyle kızım seninle mi” dediğinde bile sen sevgilinle sevişirken babanı sakinleştiren adam bendim (Allah hiçbir babaya bu durumu yaşatmasın). Sen ki benimleyken yaptığın tüm hatalarda, anne-babanın boşanmasını, bunun sende yarattığı çöküntü yüzünden böyle saçmalıklar yaptığını söylediğinde sineye çeken bendim. Kaldı ki belli bir yerden sonra ben seninle birşeyler istediğimden değil, tamamen senin iyiliğin için sana zamanını ayıran, velev ki eski sevgilinden kurtulabilme durumunda sana “güle güle” demeyi planlayan insandım ben ve bunu sana da söyledim. Senin hakkında orda burada demediğini bırakmayan, değil namusun, insanlığına dahi ağıza alınmayacak sözler söyleyen eski sevgiline dönerken bile “bak iyi düşün ve kararını ver, hayat senin hayatın” diyen ve kendim için zerre birşey istemeyen bir adamım. Ha şimdi gittin de ne oldu, aynı durumlar tekrarlandı. Bil ki benim kapım insana birçok kez açılır, ama bir kez kapanır. (Fazla NihatDoğan-vari bir söz oldu ama neyse).

6-Hoşlandığım kız, kız, 22-23(doğum yılını valla bilmiyorum be hacı) = Bu ablamız da belki bugüne kadar tanıştığım kızlar arasında birlikte bir geleceğimiz olma ihtimali en yüksek olan kişi idi. Entelektüel seviyesi benden yüksek, oturmasını kalkmasını bilen, istisnasız hayatımda gördüğüm en mükemmel insandı. Birbirimize karşı birşeyler hissettiğimizi 7düvelin bilmesine karşın O’na karşı bir hamle yapmadım, yapamadım; benim geçmişimi temizlemeden O’nun gibi birisiyle olmaya çalışmanın kendisine haksızlık olacağını söylemedim, söyleyemedim. Burada bütün eşeklik tarafıma aittir. Bir de üst taraftaki ablanın eski sevgilisiyle olan çakma kurtuluş muharebesinde aldığım rolü öğrenmiş olacak ki, benimle bir anda irtibatı kopardı ve görüşmedi. Bu hareketiyle bile bendeki değeri kat kat arttı, çünkü ben abuksabuk insanlarla geçmişimi unutup O’na hazırlanmaya çalışırken O beni benimle bırakmayı seçti. Benimle irtibatı kestikten uzunca bir süre sonra kendimi açıklayan ve özrümü dileyen bir mesajı tarafına attım, fakat 2.bir şans istemedim, isteyemedim. Öğrendim ki benden hemen sonra birini bulmuş, ama pek beceremeyip ayrılmış ve şu anda geridönüş planı yapmaktaymış. Aman diyeyim etme. Kendin için değil, benim sana olan saygımı yıkmamak için etme!

7-Eski sevgili, kız, 23= Bu ablamızla alakalı söylenecek çok söz var, ama yapmayacağım, olayların sadece konumuza bakan kısmına değinip geçeceğim. Şimdi numara 1’deki elemanın sözlerinde bahsettiği ablamızdır kendisi, zamanında mazimizin derin ve yoğun olduğu, fakat benden önceki geçmişinde boğulmaya mahkum bir zat’dır. Biz bu ablayla yaklaşık 3 yıl kadar önce iyiydik, hoştuk. Sebepsiz ağlamalarına omuz, işlerinde yardım, sıkıntısında dert ortağı oldum. Yukarıda Allah var, belki kendisi benim o’na kattığımdan daha çok şey kattı bana. Ama hep bir parça eksik gibiydi bende, birlikteyken hep ikimizin arasında duran bir gölge, bir duvar var gibiydi sanki. Ondandır ki birgün tv’de Kolpa-Böyle Ayrılık Olmaz’ın klibini gördüğümde “bu da bizim şarkımız olsun” dedim o’na, “ama bu ayrılık şarkısı ki” diyerek bön bön bakmıştı, ama ben o günden sona kadar bir sonumuz olmayacağını bilmekteydim, ama insanın başına ne gelirse ya meraktan ya kürek(!)ten,  bendeki bu duvara duyduğum merak devam etmemize vesile oldu. Binaenaleyh benim de kendisine birtakım kolpalıklarım oldu, zira ben oldukça tecrübesiz ve kadınlara duymak istediklerinden çok kendi düşüncelerimin söylenmesi gerektiğini düşünür bir vaziyetteydim. Neyse belki duygusal olarak en çöküntüde olduğum, o’na en ihtiyacım olan zamanda ayrılışımıza ses etmedim, durumu burda açıklayıp da kendimi size acındırma gibi bir niyetim de yok.

Be zalımın kızı: Sen dememişmiydin bana “benim kapanmayan hiçbir defterim yok, geçmişim temiz, olanlar da bitti” diye; senin evini beraber taşırken duygulanıp ağlamıştın da, sana omuz olmuştum. Meğersem o geçmişinde boğulmaya mahkum olduğun o eski sevgilinin t-shirtünü bulmuşsun da eşyalar arasında ona ağlarmışsın. Saftirik ben işte, herkesi kendi gibi sanan, gereksiz insanlara gereğinden çok değer veren, kendini paralayan ben. Senin için pederin arabayı, kendi ayağımı, senden sonra gelen o mükemmel insanı harcayan ben. Şimdi burada ne desem kuyruk acısı olacak, o yüzden burada bırakayım, olayların içeriğini romanımdan okursunuz artık.
Sana da Mahzuni’nin şu dörtlüğü gelsin: “Emrah taş uzaktan gelmez, İnsanoğlu kıymet bilmez, Kötü günde kimse olmaz, Nerede elin tuttuklarım?”

Ama bütün bunların dışında, benim hiç mi delikanlı arkadaşım yok? Elbette var, hem sayıca hem de yürekçe, hayatımdaki kolpaların sayısından kat kat fazla. Burada saydıklarım bilerek ya da bilmeyerek kolpalayanların bir kısmıydı, ama hayatımda öyle de delikanlı insanlar var ki, sırf dostluklarının hürmetine insanın namaza başlayası geliyor. Sırf birinden borç almayı gururumuza yedirmediğimiz için 6 gün boyunca sadece bulgur pilavı yediğim bir kadim dostum var mesela. Babası batmanın, kendi de okuldan atılmanın eşiğindeyken benim derdim için Ankara’dan çıkıp gelen, kendi okulunu hiçe sayıp benimle 2 ay kalan bir dostum daha var. 1.90 boy ve üzeri 2 dostum var mesela, biri biraz kolpadır ama ikisi de delikanlılıkta yarışır. Benden zeki hukukçu bir dostum var mesela, daha sorunumu anlatmadan hareketlerimden anlayan ve çözüm üreten, annesini annem kadar sevdiğim. Bir dostum daha var mesela, halen babası vefat etmeden önce son defa görme şansımı aptal bir konu yüzünden çarçur ettiğim, ve bu durum yüzünden hala her sabah aynada kendime küfür ettiğim, hayatımda gördüğüm en çalışkan ve metanetli insan olan bir dostum. Üniversitede tanıştığım onlarca dostum var, kardeşlerim var, hepsi adam gibi adamlar. Bir de atkafası var tabii, o da kendini biliyor.

Bu yazıyı yazmaktaki amacım milletin kusurlarını açığa çıkarmak ya da kendi yaptıklarımı kişilerin yüzlerine vurmak değil. Zaten peygamberimiz de “Kim, müslümanın aybını örterse, Allahü teâlâ da onun dünya ve ahirette aybını örter” demiş, ama bazen ayıp örtmekten bir bakarsınız kendinize yorgan kalmaz, işte bu derece egoist bir zat olan benim; bu dostlarımın üzerinden yorganı alıp kendi üstüme ötrüşümün temsilidir bu manifesto. Her ne kadar kendilerine giydirmiş olsam da bu 7 kişinin 6sı için canımı, ruhumu vermeye hazırım. Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi “Milletimizin îmanını selâmette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.” O’nun himmeti milleti idi, benim nacizane himmetim de dostlarım, hayatıma giren insanlar. Ola ki burada yazdıklarım dahil herhangi birisinin iyiliği uğruna olsun, ben şu nacizane hayatımdan vazgeçmeye hazırım. Onlardan da tek bir ricam var; arkamdan konuşmasınlar, benimle dertleri ne ise gelsinler, yüzüme söylesinler. Anneme küfür etmedikleri sürece ‘eyvallah’ dışında tek laf edersem namerdim, bu da böyle biline.

Bu da şarkısı olsun, yazının başındaki sözle alakalıdır kendisi: http://fizy.com/#s/1046r6

15 Ağustos 2012 Çarşamba

EGO 203 – İnsan, Kınadığını Yaşamadan Ölmez


"Saat on ikiden sonra bütün içkiler şaraptır." -Cemal Süreya


Sevgi ne güzel şey değil mi? Tanrının bize verdiği en güzel hediye. Hiç olmadık zamanda içimize alev gibi düşen, dünyadaki en güzel duygu bence. Hayatın gerçek anlamı değil mi? Sadece sevgili anlamında söylemiyorum. Bütün sevdiklerimizin kıymetini bilmeliyiz. Çünkü onları ne zaman kaybedeceğimizi bilemeyiz ki. Onları ne kadar çok sevdiğimizi söyleyecek şansımız olmayabilir.

Kadir Gecesi dedik de aklıma bir hikâye geldi, anlatayım da günahıma sizi de ortak edeyim istedim. Yaklaşık birkaç yıl önce tam bu zamandayız, İstanbul’dan da bir misafir arkadaşımla beraber Ramazan’ın son 10 gününü geçirmek için Eskişehir’e geldik. Her gece iftardan sahura kadar dışarıda itlik peşineyiz; kahvehanede bilumum kâğıt oyunları, internet cafelerde bilumum fps oyunları, halı saha, drag yarışları vs. içimizdeki liseliyi yaşatma eğilimindeyiz. (Kahvehane dedim de gidip orada 6lı ganyan oynamıyoruz, sahura kadar tek açık yer orası, ha bir de gece kulübümüz var, napalım oraya mı gidelim?). Kadir Gecesi geldiği zaman malum arkadaşıma ve liseden birkaç kişiye dedim ki: “Ulan bu böyle gitmeyecek, iki hayır hasenat, faydalı bir iş yapmak lazım, malumunuz yarın gece Kadir Gecesi, camiye gidiyoruz.” Tayfaca anlaşıldı ve Kadir Gecesi evde iftar yapıldı. Gerek televizyonda gerekse bizdeki uhrevi hava benim pedere nüksetmiş olacak ki; “hadi gelin Akşam namazını kılalım” dedi büyük bir hevesle; önde peder, arkada biz kıldık ve apartmandan dışarıya, bizi arabayla alıp camiye götürecek arkadaşımızı beklemek üzere dışarı çıktık.

Beklenen arkadaşın birazcık geç kalması hasebiyle biz tam camii yolu üzerindeyken Yatsı ezanı okundu. Zaten camiden kaytarmaya yer arayan 3 zibidi arkadaşım ve ben yetişmek için vaktimiz olmadığını, oradan bir cafeye gidip, eve dönüşte namazı kılacağımız konusunda anlaştık. Tam cafe yolu üzeridenken o dönemde var olan kız arkadaşım kandil münasebetiyle beni aradı ve babasının an itibariyle içtiğini, kendisinin de yanında durduğunu söyledi. Ulan ben Akşam namazımı kılmışım, Yatsı için abdestim var, hani işler yolunda giderse kayınpeder diyeceğimiz adam içiyor, resmen katli vacip; buna kayıtsız kalamazdım. “Vay pezevenge bak, Kadir Gecesi gelmiş içiyor, pis kâfir, bir de biz bundan kız istemeye gelicez,  vay arkadaş” şeklindeki sert ve yobaz-vari çıkışım sonucu onunla da tartıştık, telefonu kapayıp kahvehaneye, arkadaşlarımın yanına girdim; bir de ne göreyim? Beyefendiler hırslı bir tavla yarışına girmiş, tavlanın tam menteşesinin olduğu yere de iki adet 20şer tl. sıkıştırılmış; “Lan n’apıyorsunuz?” dedim, meğersem iş iddiaya binmiş, bunlar da farkında olarak kumara bağlamışlar. Zaten hâlihazırda kayınpeder mevzuu yüzünden kafası dumanlı olan ben, “Eee ne haliniz varsa görün” diyerek masaya oturdum.

Gerek benim pek keyfim olmaması, gerekse kumarda kaybeden kesimin tebdil-i mekân arayışı sonucu oradan ayrılıp, 222’nin (bilen bilir, Eskişehir’de gece kulübü oluyor) dışarısındaki cafe kısmına geçiş yaptık. Tam yanımızda içeride de Piiz grubunun konseri vardı, dedik ki “bari içeri girelim, en azından duvar arkası gürültü dinleyeceğimize müzik dinleriz.” Böylelikle giriş ücreti karşılığı elimizde birer içki fişi, girdik efendice dinlemeye başladık. Şimdi size masamızdaki insan profilini saymama izin verin. Bir adet manitasıyla kavga etmiş ben, bir adet kumarda kaybetmiş patlamaya hazır bomba, bir adet o gün zarfında halen sevdiği eski kız arkadaşı başkasıyla nişanlanmış bıçkın bir delikanlı ve pıtır. Herkes bir elindeki içki fişine, bir de birbirine bakarken bizim aşk acısı çeken bıçkın delikanlımız “siz içmiyorsanız ben içiyorum anasını satayım, zaten kız gitti başkasına yar oldu, eller bahtiyar oldu” diyerekten tüm fişleri toplayıp masayı donattı. Şimdi aşk acısı çeken delikanlı arkadaşı yalnız bırakmak bize yakışmaz diyerekten vazifemizi yaptık, benim de elimde bir bira, babasına içtiği için ‘pezevenk’ dediğim kızla halen kavga ederken diğerlerinin baya ilerlediğini fark ettim. En azından aramızda arabayı kullanacak ayık biri kalsın diye de pek ilerlemedim.

Mekândan çıkınca alkolün de etkisiyle “oğlum bu gece her boku yedik, bari geneleve gidelim de tam olsun” diyen bir arkadaşımızı (kim olduğunu hatırlamıyorum ama bence pıtır’dı) sahur vakti geldiğini bahane ederek savuşturup, ben ve İstanbul’dan gelen patlamaya hazır bomba olan arkadaşımla evin yolunu tuttuk. Eve girişimizde sahur sofrasında kızgın bekleyen peder beyi daha da kızdırmamak için bilumum koku giderici yöntem uygulanarak sahur sofrasına oturduk ve sessizce yemeğimizi yemeye başladık. O sırada kaşar peynirin arasına bal ve pekmez sürüp dürüm yapmaya çalışan arkadaşımı kıvrak bir hareketle masadan kaldırıp yatağa yatırdım. Tam ben de yatmak üzereyken içeriden gelen bir ses “oğlum madem o kadar namazı kıldınız bugün, hadi gelin de sabah namazını da cemaatle kılalım” dedi. Pederden öte köy yok diyerekten kalktık, ayılsın diye tokatlayarak abdest aldırmaya çalıştığım arkadaşım ve ben doğuştan imam olan pederin arkasında namaza durduk. Neyse tüm action bitti, odamıza geçip yatakların üzerine yatıp birbirimize aynı anda şunu söyledik: “Lan biz bugün ne yaptık?”

Şimdi bu hikâyeyi marifet diye değil de, “ben bu hale düştüm, siz de düşmeyin” demek için anlattım. Şunu unutmamalı ki insan, kınadığı başına gelmeden ölmez. Bizim durumumuzda da bu sözün gerçekleşmesi durumu milisaniyeler aldı. O gece genelev değil de, 2-3 tane abla bulup peşine de takılsaydık öteki tarafta değil yağlı kazık, yüksek gerilim hattı direğini, hatta İstanbul-Hicaz demiryolunu içimize almayı garantilemiştik. Bu yazıyı yazmak da dün gece teravih namazında İstanbul’daki malum arkadaştan aldığım “nice 2 yıl önceki kadir gecelerine” şeklindeki sözde kandil mesajıyla aklıma geldi. Siz siz olun, kandil gecesi içmeyin, basarım küfürü, affetmem. Esen kalın.

Bu da şarkısı olsun: http://fizy.com/#s/1aj7sm