öncelikle başlıkta geçen ‘sevda’ kelimesi size çok ataerkil ya da kıroca gelebilir; ama güzelim türkçe’mizde derdime tercüman olacak, durumu özetleyecek daha mantıklı bir kelime bulamadım; binaenaleyh, sevda kelimesi daha öz, değiştirilmemiş ve ağızlara sakız olmadığı için, onu kullanmakta karar kıldım.
yine son zamanlarda nereye kafamı çevirsem bir ‘aşk yalan’ serzenişi yapan ergen..şöyle ki: herkes öyle ya da böyle bir şekilde biriyle çıkıyor, ayrılıyor, sonra da yüzüne söylemekten korktuğu şeyleri arkasından söylemek için blog açıyor, twitter accountu alıyor, facebook’unda ve bilimum sosyal ağlarda; başta özdemir asaf, can yücel, küçük iskender ve bilimum ergenimsi mantaliteye hitap eden yazarların sözleri olmak üzere aşkı anlatan, kendi dertlerini ifade ettiklerini düşündüğü şeyleri paylaşıyorlar..her ne kadar da başkalarının sözü olsa da, anlatılmak istenen şeyler sabit: ”herşey acıtıyor, bağlanmak kötü, sevmek bok, memlekette düzgün erkek nerde, tüm kızlar kaltak olmuş” vs..
ergenlerimiz; ilk ayrılık evresi atlatıldıktan sonra sosyal medya araçlarında şöyle güzel, kızların dikkatini çekecek, eski sevgilisine(eğer ulaşabiliyorsa) ufaktan laf sokucu paylaşımlar yapmaya başlıyor..genelde yolu alan ergende bu aktivite fazlalaşır, ama yolu veren de ‘haha ben özgürüm, her boku yer, türlü kevaşelikler yaparım’ modunda da bu işe girişebilir, idolü olarak gördüğü ‘pucca’ saçmalığını kendiyle özdeşleştirerek çalışmalarını onunla aynı olacak derecede başlatabilir..sonra asıl can alıcı kısıma; kendisini artık bir can yücel, bir özdemir asaf olarak gördüğü moda geliyor: “aşk” kelimesi ile başlayan, kendi sözcükleri ile devam eden paylaşımlara..sosyal medyada özellikle blogculuk ve twitter bu konuda dışarıya daha iyi açılım fırsatı verdiğinden dolayı, kızlı erkekli binlerce ergen, derdini başkalarına iletmeye, dikkatlerini çekmeye çalışıyor..fakat biri gelip sorsa “lan aşk nedir” diye, cevaplayamayacak, ama kendisi tek acıyla işin üstadı hissettiğinden dolayı, her paylaşımının arkasında gururla durucak, birazcık beğeni ve ilgi gördümü ‘hobaaa’ diye tempra 1.6d moduna bürünecektir..
peki ya nedir “aşk”?
çoğu insan bilmez ama, orta sonda iken ilk aşkımın bir trafik kazasında ölmesi ve o minik yüreğiyle günlüğünde sayfalarca beni anlatması; ailesinin de ölümünün ardından onun günlüğü ile en sevdiği kolyesini bana vermesi üzerine, onun mezarında okumak üzere bir mektup yazmıştım..zamanı gelince o mektubu buradan da paylaşıcam, ama şimdilik bu yazıda paylaşıp o masum duygularımı; herkesin diline sakız olmuş kevaşe bir kelime ile, yani “aşk” ile kirletmeyi şimdilik düşünmüyorum..okuyan birkaç arkadaşım vardır, fena da değildir hani..ondandır ki ona yazdığım tek mektubun sonunda yer alan cümleyi, düzenli olarak hala sağa sola yazarım: “hiçkimse sandığım kadar masum kalmadı”..çünkü 'aşk', artık asla masum kalamayacak lanetlenmiş bir kelime haline geldi.
peki aşk bu muydu? bir minik yüreğin diğerine açılma fırsatı olmadan kara toprağın altına girip; diğerinin de umutlarını, hislerini, hayallerini beraberinde götürmesi, bir arkadaşımın tabiriyle ‘yarım kalmış bir tablo’ şeklinde seni bırakması mıydı? yoksa o’nu aldığı için kadere duyduğun öfke miydi aşk? o’nu değil görmek, sesini bir daha duyamayacağını bilememek miydi? senin canını bin kat daha acıtacağını bildiğin halde, onun küçücük mezarı başında ağlamak, isyan etmek, onun acısını bir daha tazelemek, bu acıya bağımlı hale gelmek miydi? herkesi ona benzetip, kimseyi onun yerine koyamamak mıydı? her uyuduğunda rüyanda onu görme umuduyla uyumak mı, her sabah yataktan lanet ederek uyanmak mıydı? her hoşlandığın kızı ona ihanet olarak algılamak mıydı? yoksa her kızın ellerini gördüğünde aklına onun yumuk yumuk, belki kendine binlerce defa lanet ettmene sebep olan, senin yüzünden kapıya sıkışan ellerinin gelmesi miydi? her hatırına gelişinde ‘keşke şu anı daha dolu yaşasaydım’ dediğin, o yüzüne gülümserken kıymetini bilemeyip başka yöne baktığın için kendini katletmen, başını duvarlara vurman miydi?
hayır..eğer o ergenlerin diline sakız olmuş, birbirlerine bok atma nedeni olarak gördükleri duygu ‘aşk’ ise, bu aşk değildi..bu kadar aşağılık, bu kadar dillere düşmüş, bu kadar kirletilmiş, bu kadar ırzına geçilmiş bir kelime olamazdı o temiz duyguları ifade eden..her aklına gelişinde, karnının sol alt tarafındaki o saf burukluk, yutkunmak isteyip de yutkunamama, gözlerin bir anda doluşu ve kendini ne kadar zorlasan da döktüğün o birkaç damla, belki de vücudundan çıkan; o güne kadarki en saf, temiz ve katıksız eserinin oluşmasına sebep olan o duygu, böylesine basit bir kelime ile ifade edilmezdi, edilemezdi..işte bu sevdaydı, bağlılıktı, sadakatti, sevgiydi..ama aşk değildi.
gelelim günümüz gençlerinin ‘aşk’ anlayışlarına..shakespeare’nin "beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup "aşk'' sanıyorsunuz!" sözü bu noktada tamamen doğru..günümüz erkek mantalitesine göre aşk, az da olsa değer verdiğin, kendini sana teslim eden ya da etmiş gibi davranan, çoğunlukla sevişme sonucu bir bağ kurduğun kişinin yokluğu sırasında hissettiğin duygudur..çünkü günümüz erkek milleti sevişerek aşık olur, bedene aşık olur; mantaliteye veya ruha değil..bu kadar basit işte, bu kadar ödlekçe, bu kadar hayvanlardan aşağı seviyede..
günümüz kızına söyleyebileceğim şeyler daha fazla; çünkü kız milleti bu konuda biraz daha kompleks ve seviyeli (en azından erkeklere göre)..basitçe söylemek gerekirse kız milleti, kendi egosunu altedebilen erkeğe aşık oluyor..bu durumu biraz açıklayalım:
şimdi her kız bir nebze kendini dünyanın merkezi kabul ettiği için, sevgililerinin kendi dairesi içine girip; 'benim dairem, benim kurallarım' modunda takılmalarını istiyor, seni ufak ufak değiştirmeye, kendi kalıbına sokmaya çalışıyor..burada da kendinden ödün vermeyen, istediğini alamadığı veya umduğunu bulamadığı erkeği zaman zaman kendisi dairesi dışına atıyor, bir şekilde yol veriyor..zaman zaman da erkek postayı koyarak daire sahibinin yıllarca unutamayacağı bir sahne ile gidiyor..zaten özdemir asaf'ın "insanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler, gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar" sözünün temeli buna dayanır..eğer sen karşındaki kızın egosunu ezip, onu terkedebilecek kadar cesursan ya da kararlıysan, o kız sana hayli hayli aşık olur..kız milleti orda seni arzulamaz; senin peşinden koşup seni elde etme durumunu arzular, tasavvufta bülbülün aslında gülü arzulamadığı, onun peşinde koşarken çektiği çilenin bağımlısı olduğu gibi..ondandır ki hiçbir kız elindekine aşık olmaz, hep bir fazlasını, bir fazlasını ister..
zaten mizacı gereği kız milletinin hayat tarzı, daima bir 'arayış'tır..çoğu zaman neyi aradığını bilemez, ama aramaya devam eder..ondandır ki, sürekli ‘ne istediğini bilememe’ sorunsalı ortaya çıkar..sen onun eline arayacak birşey, çözülecek bir puzzle verdiğin zaman ona odaklanır, diğerlerini görmez olur..sen ondan hoşlanmaya başladığını söylediğin ya da belirttiğin ve biraz diğer erkeklerden ilgisiz davrandığın anda ‘inception’ tarzı bir etkileşimle onun ‘arayış’ının bir parçası oluverirsin..eğer elde etip de yerden yere vurursan, ya da terkedersen, acıya dahi bağımlı hale gelen kız bünyesi seni bir şekilde olsun ister, arzular..bundandır ki iyi erkekler hiçbir zaman kazanamaz; çünkü iyi erkekler ‘elde var 1’ dir ve kız milleti elde ettiği şeye aşık olmaz, olamaz..bundandır ki bi boka yaramaz, bi baltaya sap olmaz, kendisine bir çöp gibi davranan erkek arkadaşına kendini kaptırıp yakın arkadaşlarını, hatta ailesini feda eden zihniyet de, kendine bahşedilen bu yaşam biçiminin; yani 'arayış'ın kurbanıdır..buradan da şu çıkabilir: kız milleti; egosunu altedebilen, sona buna alıştığı anda onu bırakıp giden kişinin bıraktığı acıya aşık olur, onu yaşamak ister..bir nevi mazoşistliktir kız milletinin ‘aşk’ diye tabir ettiği süreç..kendileri aşık oldukları şeyi ‘kişi’ sansalar da, onların arzu ettiği şey aslında bağlandığı o acı çekme duygusudur..bundandır ki çoğu kız, mutlaka bir ‘ulaşılmaz’a aşık olduğunu sanır..’arayış’ının kendisini, ütopyasının peşinden koşarken çekeceği acıya bağımlı hale getireceğini anlamaz, anlayamaz..
bu mantaliteyi anlamak için shakespeare'nin şu satırlarını da paylaşmadan edemeyeceğim:
"you say that you love rain,
but you open your umbrella when it rains..
you say that you love the sun,
but you find a shadow spot when the sun shines..
you say that you love the wind,
but you close your windows when wind blows..
this is why i am afraid;
you say that you love me too.."
işte bu kadar basit günümüz “aşk”ının anlamı, bu kadar yerlerde..serkan uçar’ın ‘ustam’ isimli şiirinde bu konuyla ilgili mükemmel bir yer var, hemen paylaşayım, hatam varsa düzeltin lütfen:
“ustam!
ne zaman o senin bildiğin zaman,
ne sevda gördüğün masallardaki.
eskiden,
halı tezgahında dokunurdu aşklar,
nakış nakış, körpe kız ellerinde.
mendillere yazılırdı isimler,
yüreklere kazılırdı gizlice.
sevdalılar asil ve de yürekli,
sevdalar, kavgalar iki kişilik.
oysa şimdi;
çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
meşru sevdalardan,
gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
günahkar gecelerden.”
yani siz siz olun, korkaklığa devam edin..sevdiğinize sevginizi anlatmaktan çekinin, söylemeyin..sonra onlar ölsünler, arkalarından mektuplar yazarsınız benim gibi belki, hiç postalayamayacağınızı bile bile..ölmezlerse de bir blog bir de twitter alırsınız, bir güzel giydirirsiniz, kendi mallıklarınızı anlatırsınız, ‘aşk bu muydu’ diye sorarsınız; sonra ‘aşk yalan be abi’ der, noktayı koyarsınız..zaten siz bunca serzeniş yaptığınızda illaki peşinize onlarca abaza kız-erkek takılır..sonra onlardan sırayla seçmeye başlarsınız, hepsine ‘aşkım’ dersiniz..sırayla biri birini kovalar, sonra da şu dünyada hiçbir iz bırakmadan, yarım kalmış tablo muhabbetini yapa yapa, o aptal gururunuzun esiri olarak silinir gidersiniz..ne kadar basit şeymiş aşk, oh ne rahat ya..
kısacası refik; eğer “aşk” dedikleri şey buysa, bırak onlar avunsun dursun..sen asla onların basit betimlemelerine, sanki acı nedir biliyormuş ya da bir acı yaşamış sanıp çokbilmişçe ortaya attıkları ergence laflara inanma..cesur ol, sevgini belirt..yoksa gün gelir kıymetini bilmediğin elden uçar gider..ve gurur yapma refik, eğer mutlu olmayı istiyorsan, gururunu ayaklar altına almayı öğren..gururu yüzünden yanlızlığa mahkum onlarca ergenden dersini al, onların düştüğü hataya düşme..’sevda’na sahip çık; karşındaki haketse de, etmese de.
p.s: kız milleti abazalıktan prim yapmaya, ego tadmin etmeye devam ettikçe kızlar da erkekler de adam olamaz..bu dediğim durumdan nasiplenip sonra bana “nerede adam gibi adam” serzenişiyle geleni döverim.
p.s2: birsonraki yazımda neden bahsedeceğimi bilmiyorum, birsonraki yazımın olup olmayacağını da bilmiyorum..yarın intihar etmeyeceğimin de garantisini veremem..ama olur da ben de olağanın dışında bir durumda kara toprağın altına girersem; cüzdanımda küçük bir kağıt var, orada ne yapmanız gerektiği yazıyor, vasiyetimdir.
bir "aşk"ın arkasından zırıl zırıl ağlarken ve tam da söylediğin gibi kendimi twittera vurmuşken denk geldim bloguna,sayende bir an durup "napıyorum ben?" dedim
YanıtlaSilyazını okurken ağladım,güldüm en önemlisi de düşündüm...
birinin hayatında ufakta olsa bir farklılık yarattın belki bilmek istersin diye yazayım dedim teşekkürler:)
değil birisin hayatında farklılık yaratmak; sonuna kadar okuma sabrını gösterebildiysen ne mutlu bana, gerisi tamamen teveccühünüz :).
YanıtlaSil