16 Mayıs 2011 Pazartesi

EGO 104 - Kaybetmek Üzerine

son zamanların popüler filmi olan ‘Kaybedenler Kulübü’nü izleyebildim sonunda..film konusu ve akışı itibariyle güzel, kendini emsallerinden bu derece ayırışındaki temel faktör ise daha önce belki çoğu filmde ele alınmayan, yazılmaktan korkulan bir konuya değinmesi: ‘kaybetmek’.

beni az buçuk tanıyanlar bilir: hani her izlediği filmde kendini bulan, ‘ama bu aynı ben kiiii’ şeklinde takılan ergenimsi zihniyete kıl olurum..elbette benim de ana kararkterleri mantalite bakımından kendime benzettiğim filmler yok mu? elbette var..zaten film olayının amacı bu, sizin orada kendinizden bir parça bulmanızı sağlamak.

herneyse gelelim Kaybedenler Kulübü’ne: genel manada ‘film’ kavramını en abes şekilde tanımlayacak olursak: ‘yapmacık karakterlerin, insan hayatını yapmacık bir senaryoyla, gerçeğe en yakın şekilde işleyip, bizim de içinde kendimizi bulmamızı hedefleyen olaylar topluluğunun birleştirilmiş hali’ diyebiliriz (tanım çalma değil, yeminle oturup düşündüm)..yani film dediğimiz olay hepimizin de bildiği gibi başlıbaşına sahte; ama komedi, ayırılık, aksiyon, drama gibi hayatın içindeki temellere dayandırılıp bizi etkisinde bırakmayı, içimizdeki bam teline dokunmayı hedefliyor..

şimdi gelelim asıl konumuza: şu güne kadar izlediğiniz tüm filmleri şöyle bir gözünüzün önüne getirin..ekşın filmlerinde ana karakter/karakterler vardır, mücadele ederler, zorluklarla karşılarşırlar, bir ara kaybedecek gibi olurlar, ‘amanııın’ dediğiniz anda kendini ‘ana karakter’ ya da ‘kahraman’ yapan vasıflarla işin içinden sıyrılır veee “kazanır”..romantik komedide de ana karakter vardır; önünde birsürü abuksabuk ara karakterler çıkar ama pek önemsenilmeyez..sonra bizim ana kadarkter doğru kızla tanışır, tam oldubitti denceği sırada bir problem olur, ayrışırlar, üzülürler..çoğu zaman bu inanılmaz derecede boktan bir sebepten dolayı olur ve filmin bu en canalıcı kısmında kızlar zırlamaya, erkekler de teselli manasında yanaşmaya başlarlar..ama filmin sonunda mucize gerçekleşir, karakterler birbirini bulur, ve yine insanlar ‘ka-za-nır’..sonunda ana karakterlerin öldüğü ya da hapise girdiği, yani basit manada ‘kaybettirildiği’ filmler de vardır zilyon tane; ama orada da fikir, amaç ya da onur kazanır..yani kay-be-den olmaz.

mesela breaveheart’da abimin kellesi vuruldu ama kaybetmedi
kendisi, özgürlük inancı, onur kazandı..hiçbirimiz onun ardından oturup ağlamadık; ağlayanlar da,mücadelesine olan bağlılığı ve inandığı değerler uğruna canını ortaya koyan ana karakterin onuruna ağladılar..sonuçta inanç kazandı, özgürlük kazandı..isim aklıma gelmiyor ama birbirini deliler gibi seven bir çift vardı bir filmde; kadın öldü, adam peşinden zırlayarak onun hayalini canlandırdı, başkasına sulanmadı ve o da öldü..bu filmde adam da kadın da kaybediyo gibi gösterildi bize, ama aşk kazandı, bağlılık kazandı.

uzun lafın kısası piyasadaki filmlerin, kitapların, hikayelerin %99u bize eninde sonunda kazanacağımızı söyleyerek umut veriyor, halihazırda sorgulamakta olduğumuz hayatı daha da eşelemeyelim, içinde bulunduğumuz ve her gün ellerimizle temizlemek zorunda olduğumuz, ağzına kadar bok dolu ahırdan, birgün kurtulma umuduyla mutlumsu şekilde çalışan bir insan; ya da bir labratuarda denek olarak üretilen ama bok dolu bir ahır hayaliyle yaşayan bir bok böceği ile aynı durumda olduğumuzu görmeyelim istiyor..bu durumdan da bir film çıkarsa bir olay patlak verir; ve bok böceği kral sıfatıyla ahıra, ahır temizleyen adam da bilim adamı sıfatıyla labratuara gider, hepimiz mutlu olurduk, ama hayat bu kadar basit ve kolay değil maalesef cicişler.

yani, hepimiz; ‘umut garibanın ekmeğidir’ prensibiyle kafaları çelinen, birgün kazanmayı bekleyen ama aslında hiçbir zaman kazanamayacak olan zavallılarız..evet, hayatta kazanmak diye bir durum yok yani..sonunda ölüm olduğunu bildiğin hayatta ‘ben kazandım’ diyebilen insanın mallık katsayısı tavana vurmuştur, gerizekalıdır, polyannadır, ırgattır..kazandığını sandığı şeyler de sadece kendisini avuttuğu minik oyuncaklardır, başka da bir şey değil..

şimdi de bu güne kadar kazandığınızı ya da sandığınız şeyleri; ya da sahip olduğunuz en önemli şeyleri, değer sıralamasına göre bir düşünün..anne-babanız: kusura bakmayın ama normal şartlar altında onlar da sizden önce ölecek..kardeşleriniz: onlar da bir başkalarıyla hayatlarını birleştirip kendilerine yeni birer hayat kuracaklar..çok çok yakın arkadaşlarınız: zaten birçoğu şimdi kendilerine birer sevgili bulup sizden uzaklaşmaya başladılar bile, okul bittikten sonra da onlar da gidecek, iş hayatı başladığında belki 2 ayda 1 görüşen kişiler olacaksınız..maddi şeylerden sözetmiyorum bile..mesela benim neredeyse 16-21 yaş aralığımı özetleyen, telefonumun hafıza kartı vardı, yedeği olmayan..onun kırıldığı gün evladım ölmüş gibi hissettim, sanki o 5 yılda yaşanan anılar, olaylar hiç yaşanmamış; insanlar hiç olmamış gibi oldu benim için..ve o konuda da kazanamadım, kazanamadık ve kazanamayacağız.

bu satıra kadar sabredip okuyan okurun kafasında şöyle bir soru canlanmıştır muhakkak: ‘peki tamam da, şu hayatta hiçbirşeye sahip olamayacak mıyız; yani hiç kazanamayacak mıyız?’ bu sorunun cevabı da tamamen gururunuzu ayaklar altına alarak gerçekleştirebileceğiniz, aslında cevabını gayet iyi derecede bildiğiniz cinsten..’seveceksiniz’. Ne olursa olsun, sonu nasıl bitecekse bitsin, ne kadar farklı olursanız olun; doğru kişiyi bulma yolunda durmadan ilerleyeceksiniz..eğer geçmişteki birine takılıp kaldıysanız ve yıllar sonra da hala o kafanızı kurcalıyosa, gidip; gururunuzu ayaklar altına alıp onu bulacaksınız ve içinizdeki ukde’yi yokedeceksiniz.

ama bu yolda ayrılıklar da olucak, üzüntüler de olucak..bir sefer deneyip de ‘ben kaybettim ama, tüm erkekler/kızlar kaka, düzgün biri yok ki’ diyip belki karşınıza daha sonra çıkacak güzelliklerin de içine etmeyin lütfen..belki ‘o’ birgün gelecek, hayatınıza girecek; ama siz geçmişteki olaylara üzülmeye kendinizi o kadar kaptırmış olacaksınız ki; yanıbaşınızdan geçip giden ‘o’nu ya farkedemeyecek; ya da farkettiğinizde artık çok geç olmuş olacak..”keşke” dememek için gözünüzü açık tutun cicişler.

kısacası refik; insanoğlu, kendisine verilen şeylerle kendini kandıran, hep daha fazlasını isteyen ama istediğini elde etme yolunda kaybetme korkusuyla tek bir adım dahi atmayan, kaybetmeye mahkum bir varlıktır..şu amacı hala tartışılagelen hayatta kazanmak için yapacağın tek bir şey var refik: gururunu ayaklar altına almak..ha eğer sen gururunun hayatının aşkından daha yüksekte olduğunu düşünecek kadar gerizekalıysan afedersin; kaybetmeye de, yanlızlığa da mahkumsun..eğer sen tek bir sefer şansını deneyip sonra umutsuzluğa kapılıp, geçmişe takılanlardansan, sen de kaybetmeye mahkumsun..çünkü sen bilmiyorsun ki, bazen güzel şeylerin bozulması lazım ki, daha güzellerine yer açılsın..tıpkı küçükken yaptığımız legodan evleri bozup, her seferinde daha iyisini yapma çabamız gibi..sen sen ol refik, sevdiğin insana sevdiğini çekinmeden söyle, cesur ol, kaybetmekten korkma, gururunu ayaklar altına almasını bil..ben beceremedim, bari sen becer.

ama sende; yaptığı evi, daha iyisini yapma uğrunda bozacak cesaret yoksa; ya da ‘benim evim bozulduuu’ diye oturup ağlayanlardansan milyonlarcası gibi; ozaman senaryodaki değil, gerçek Kaybedenler Kulübü’ne hoşgeldin ;)..

p.s: bir sonraki yazımı da ‘gurur’ üzerine yazmayı planlıyorum..eğer herhangi bir soru, görüş, öneri, şikayetiniz varsa bana iletin, çekinmeyin..çünkü çekinirsen n’olcağını biliyosun :).

p.s2: aaah ahu türkpençe ah.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder